Özellikle yüz bölgesindeki bu yara izleri, askerlerin psikolojisini daha da olumsuz etkiliyor ve günün birinde sevdiklerinin yüzüne nasıl bakacaklarını düşünmelerine sebep oluyordu. Bu noktada 20. yüzyılın ilk çeyreğinde hekimlerin kullandığı yöntemler de pek yeterli değildi.
Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen Harold Gillies isimli bir hekim, yüz yaralanmalarına yönelik yeni bir tedavi yöntemi geliştirdi ve plastik cerrahinin bugünlere dek uzanan yolculuğu başlamış oldu.
Birinci Dünya Savaşı’nda hekimlerin tedavi yöntemleri, yüz yaralanmaları noktasında oldukça kısıtlıydı.
Bu dönemde doktorlar, genellikle kaybedilen derileri hesaba katmadan çentikli yaraları dikme yoluna giderdi ancak yara izleri iyileştikçe deride gerilmeler meydana gelir, bunun sonucunda da korkutucu yüz şekilleri kaçınılmaz olurdu.
Bunun yanında özellikle çene bölgelerindeki yaralanmalar ve uygulanan yanlış tedaviler; askerleri, yiyemez ve içemez bir hâle getirirdi. Bu sırada 1915’te Fransa’ya gönderilen Harold Gillies isimli bir hekim, Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı korkunç yüz yaralarına şahit oldu.
Bu yüz hasarlarına yönelik uygulanan tedavilerin oldukça yetersiz olduğunu düşünen Yeni Zelandalı doktor, İngiltere’ye döndüğünde Cambridge Askeri Hastanesi’nde özel olarak yüz yaralarının tedavi edilmesine yönelik bir koğuş kurdu.
Hatta bu tür yüz yaralanmaları olan askerlerin doğrudan kendisine sevk edilmesini sağlamak için Fransa’daki sahra hastanelerine haber gönderdi.
Ayrıca Gillies, hastanedeki başkanlarını, gelen yaralanma taleplerini karşılayabilmeleri için özel bir hastanenin gerekli olduğuna ikna etti. Amacına ulaşan hekim, Sidcup’ta The Queen’s Hastanesi’ni kurdu. Bu hastane, dünyada yüz yaralanmaları tedavilerine yönelik faaliyete geçen ilk hastaneydi.
Queen’s Hastanesi’nin hedefi, yaralı askerlerin yüzlerini mümkün olabildiğince iyi bir duruma getirmek ve daha normal bir yaşam sürdürmelerini sağlamaktı. Hastaların çoğu, yüzlerinin korkutucu görüntüsüyle sevdiklerinin karşısına nasıl çıkacağını düşünüyordu.
Harold Gillies bu yaraların iyileşebilmesi için sağlıklı dokunun, eski konumuna geri getirilmesi gerektiğinin bilincindeydi.
Devamında ise herhangi bir boşluk, vücudun farklı yerlerinden alınan dokularla doldurulabilirdi. Gillies, deri grefti adı verilen bu işlem konusunda oldukça deneyimliydi. Bu yöntemle, yaralanan kişinin kemik yapısı üzerindeki çalışmalar sonlandıktan sonra yumuşak doku üzerinde yeniden yapılandırma işlemi yapılabilirdi.
Deri grefti işlemi kendi içinde birkaç tekniği barındırıyordu fakat bu yöntemlerden en başarılı olanı, yaranın yakınından pedikül ismi verilen büyük bir deri parçasının kaldırılmasıydı.
Bu teknikle deri kanadının serbest ucu, yaralanma bölgesine doğru sallanıyordu. Böylece fiziksel bağlantının sürdürülmesi sağlanır, kan hücreleri cilde rahatlıkla ulaşabilir ve greft işleminin vücut tarafından kabul edilme şansı artış gösterirdi.
Hekim Gillies, Jutland Muharebesi (1916) sırasında çıkan yangından ağır bir şekilde yaralanan Willie Vicarage’ı bu yöntemle ameliyat etmeye karar verdi.
Hasta, yangında aldığı hasarlar sebebiyle gözlerini kapatamıyor, ağzını açamıyor ve hatta yüzünü hareket ettiremiyordu. Hekim Gillies, yüzün alt kısmını onarmak için Willie’nin göğsünden masonik bir yaka flebi derisi kaldırmayı önerdi.
Ameliyat sırasında ise pedikül fleplerinin gerilim altında kendi üzerine kıvrıldığını fark etti ve bunları bir tüpe dikmekte karar kıldı. Böylece hastanın kan akışı artışa geçmiş ve enfeksiyon riski de azalma eğilimi göstermişti.
Ayrıca Harold Gillies’in tüp pediküllü deri grefti tekniği, Kraliyet Donanması teğmeni Walter Yeo üzerinde de denendi.
Walter Yeo, 1916’da Jutland Muharebesi’nde hem üst hem de alt göz kapaklarını kaybetmişti. Yüzündeki hasarlı bölgeleri kapatmak için göğsündeki sağlıklı deri parçaları kullanıldı fakat vücudunda enfeksiyon taşıdığı için tedavisi aşamalı bir şekilde gerçekleştirildi. Ameliyat sonunda teğmenin yaşam kalitesi yükseldi ve 5 yıllık bir tedavi sürecinden sonra tekrar görevini yapmaya başladı.
Özetle Birinci Dünya Savaşı sırasında karşılaşılan ağır yaralanmalar, hekimleri giderek daha zor tedavileri denemeye teşvik etti. Gillies’ın bu çalışması da ağır yaralı yüzlerin, yeni bir görünüm kazanmasını sağladı ve bununla birlikte modern plastik cerrahinin temelleri atılmış oldu.